İnsanlığın Aynasında Bir Soru: Moğollar Türkleri Katletti mi?
Bir filozof, tarihsel olgulara yalnızca “ne oldu?” sorusuyla değil, “ne anlama gelir?” sorusuyla yaklaşır. Tarih, yalnızca geçmişte yaşanmış olayların toplamı değildir; insanın iyilik, kötülük, adalet ve anlam arayışıyla örülmüş bir bilinç haritasıdır. Moğollar Türkleri katletti mi? sorusu da, salt bir tarihsel gerçeklikten çok daha fazlasını sorgular: İnsanın insana yaptığının doğası, iktidarın sınırları ve tarihin etik sorumluluğu…
Tarihsel Bağlam: Moğollar ve Türkler Arasında Ne Oldu?
13. yüzyılda Moğol İmparatorluğu, dünya tarihinin en geniş kara imparatorluğunu kurdu. Cengiz Han’ın liderliğinde Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar uzanan bu fetih dalgası, birçok halkın kaderini değiştirdi. Türk toplulukları da bu genişlemeden derinden etkilendi.
Bazı kaynaklara göre, Moğolların bazı Türk boylarına karşı şiddet eylemleri gerçekleştirdiği, şehirleri yakıp yıktığı bilinir. Fakat aynı dönemde Moğol ordularının önemli bir kısmının da Türk unsurlardan oluştuğu görülür. Yani bu tarihsel süreç, “bir halkın diğerini yok etmesi” değil, karmaşık bir güç, kültür ve kimlik etkileşimidir.
Tarihsel olgulara bakarken siyah-beyaz bir bakış yerine, gri alanlarda düşünmek gerekir. Çünkü her yıkımın içinde bir yeniden inşa, her fethin içinde bir kayboluş vardır.
Etik Perspektif: Kötülük ve Sorumluluk Üzerine
Etik açıdan sorarsak: Bir halkın diğerine zarar vermesi ne kadar “meşrudur”? Savaşın gerekçesi, zulmü mazur gösterebilir mi? Kant’ın deyişiyle insan, hiçbir zaman yalnızca bir araç değil, her zaman bir amaçtır. Bu ilke, tarihin her döneminde geçerlidir. Moğolların Türklerle olan ilişkisini değerlendirirken, insan yaşamının değerini merkeze almak gerekir.
Kötülük, bazen sistematik bir ideolojiyle, bazen de tarihsel zorunluluklarla meşrulaştırılır. Fakat felsefi bakış, her türlü iktidar eyleminin etik sorumluluğunu sorgular. Moğollar, o dönemin savaş mantığı içinde davrandılar belki; ancak bu, eylemlerin etik yükünü ortadan kaldırmaz.
Her katliam, hangi yüzyılda olursa olsun, insanlığın ortak vicdanında yankılanan bir çığlıktır.
Epistemolojik Yaklaşım: Gerçeği Nasıl Biliyoruz?
Tarihsel bilgi, çoğu zaman yorumların toplamıdır. “Moğollar Türkleri katletti mi?” sorusuna verilen cevap, hangi kaynaklara, hangi ideolojik çerçeveye ve hangi dönemin bakışına göre değişir. Epistemoloji — yani bilginin doğasını inceleyen felsefe dalı — bize şunu hatırlatır: Bilmek, tarafsız bir eylem değildir.
Bir tarih kitabındaki anlatı, bir imparatorluğun resmi kayıtları veya bir halkın sözlü geleneği… Hepsi farklı “hakikat parçaları” taşır. Bu nedenle, bu soruya mutlak bir “evet” ya da “hayır” demek, bilginin doğasına aykırıdır.
Asıl önemli olan, bu farklı anlatıların nasıl üretildiğini, kimin sesi duyulduğunu ve kimin susturulduğunu anlamaktır.
Ontolojik Boyut: İnsanlık Nedir?
Tarihi şiddet olaylarını anlamak için yalnızca eylemlere değil, insanın varlık doğasına da bakmak gerekir. Ontoloji bize şunu sorar: İnsan, varlık olarak neden yıkar, neden fetheder, neden yok eder?
Belki de cevap, insanın varoluş geriliminde gizlidir. İnsan, yaratma potansiyeli kadar yok etme gücüne de sahiptir. Moğolların eylemleri de bu ikili doğanın yansımasıdır. Onlar hem yıkıcı hem kurucu oldular; şehirleri yerle bir ederken, ticaret yollarını ve kültürel etkileşimi de yeniden kurdular.
Bu çelişki, insan varlığının özündeki ahlaki ikilemi yansıtır: İyilikle kötülük arasındaki ince çizgi, her çağda yeniden çizilir.
Bir Düşünce Çağrısı
Bugün bizler, geçmişin gölgesinde yaşarken şu soruları sormalıyız:
– Tarihsel bilgiyi etik bir bilince dönüştürebiliyor muyuz?
– Geçmişte yaşanan acılardan öğrenmek mümkün mü, yoksa onları ideolojik bir silaha mı dönüştürüyoruz?
– Eğer “katliam” bir insanlık eylemiyse, biz bugün insan olmanın sorumluluğunu gerçekten taşıyor muyuz?
Sonuç: Tarih Değil, İnsanlık Sorgulanmalı
Moğollar Türkleri katletti mi? sorusunun cevabı, tarihsel belgelerde değil; insanın kendi vicdanında gizlidir.
Bir filozof için asıl mesele, “ne oldu”dan çok, “neden oldu” ve “bir daha olmaması için ne yapabiliriz”dir.
Bu nedenle her tarihsel olay, yalnızca bir bilgi değil, bir öğrenme çağrısıdır.
Tarih, bize acıların tekrarlanmaması için değil, insanın kendini anlaması için verilmiştir.
Ve belki de en derin felsefi soru şudur: İnsanı barbarlıktan ayıran şey gerçekten bilgi midir, yoksa vicdan mı?